eminebaran
Beyin ve Zaman

Beyin ve Zaman

14.08.2025~6 dk okuma

Bu yazı dizisinde, insan beyninin zaman algısı, geçmiş ve gelecek arasındaki ilişki, duyularımızın işleyişi, manyetik algı, epifiz bezi ve hakikatin doğası üzerine derinlemesine bir yolculuğa çıkacağız.

 

İlk bölümde, zamanın doğrusal mı yoksa döngüsel mi olduğu sorusuna beyin işleyişi açısından bakacak, ikinci bölümde ise geçmişin gölgesiyle ilişkilerimizin nasıl şekillendiğini irdeleyeceğiz. Üçüncü yazıda duyularımızın birbiriyle nasıl iç içe geçtiğini, dördüncü yazıda beynimizin manyetik alanları nasıl algıladığını ve epifiz bezinin rolünü inceleyeceğiz. Son olarak, hakikat üzerine derin bir sorgulama yaparak gerçekliğin doğasını sorgulayacağız.

 

1. Bölüm: Beynimiz Zamanı Nasıl Algılıyor?

 

İnsan, zamanın akışını belirli bir düzende hissettiğini düşünse de, aslında zamanın algılanışı beyin tarafından şekillendirilir. Zihnimizin zaman algısı, supramarjinal gyrus adı verilen beyin bölgesi tarafından yönetilir. Burası, sağ parietal korteksin bir parçasıdır ve beynimizin hareket ve mekân ile olan ilişkisini düzenler.

 

Ancak burada ilginç bir gerçek var: Bu bölgedeki nöronlar sürekli aynı şekilde uyarıldığında eskimeye başlar ve zaman algımız değişir. Yani, zamanın geçtiğini düşündüğümüz şey, aslında nöronlarımızın ne kadar hızlı veya yavaş çalıştığıyla ilgilidir.

 

Zihnimiz, geçmişi ve geleceği aynı anda algılayan bir sistem gibi çalışır. Geçmiş anılarımız ve gelecek hayallerimiz beynimizde iç içe geçmiş durumdadır. Aslında zaman, sandığımız gibi doğrusal değil, dairesel ve dalgasaldır.

 

Beyin, geçmiş ve geleceği dengeleyecek şekilde programlanmıştır. Geçmişin anıları ile geleceğe dair beklentiler birbirini nötrlediğinde, geriye sadece “an” kalır. Ancak insanlar geçmişi anlamlandırmaya çalıştığında bu döngü bozulur. Örneğin:

• Acı verici olaylar, beyin tarafından zararlı olarak kodlandığında hızla unutulmaya çalışılır.

• Keyifli anılar ise uzun süre saklanır ve beynin içinde fazla yer kaplar.

 

Bu dengesizlik, zaman algısının bozulmasına ve depresyon gibi zihinsel rahatsızlıklara neden olabilir. Depresyon, aslında geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantının kopmasıdır.

 

Beyin, dengede olduğunda zaman hızlanır. İlhamla, tutkuyla, yüksek değerlerle yaşayan biri için zaman su gibi akar. Amaçsız, tatminsiz, mutsuz ve hayattan kopmuş bireyler için ise zaman yavaşlar ve uzar.

 

Bu yüzden, anı yaşamak ve “şimdi”yi deneyimlemek, beynin sağlığı için de önemlidir. Çünkü geçmiş ve geleceğe odaklanmak, zamanın doğrusal bir algı olduğunu zannetmemize neden olur. Oysa gerçek, “an”da gizlidir.

 

2. Bölüm: Geçmişin Gölgeleriyle İletişim Kurmak

 

Hayatta en büyük zorluklardan biri, insanların şu an içerisinde değil, geçmişin filtresinden süzülerek iletişim kurmasıdır. Birbirimizle konuştuğumuzu zannederiz ama aslında, herkes kendi geçmişinden gelen duygusal yüklerin süzgecinden bakar.

 

Bu durum, özellikle ilişkilerde ciddi sorunlara yol açar. Bir kişinin söylediği bir söz, karşı taraf için geçmişteki bir deneyimi hatırlatabilir ve bu da yanlış anlamalara neden olabilir. İnsanlar, geçmişten getirdikleri korkularla, travmalarla, yargılarla konuşurlar. Böylece, çoğu zaman karşımızdaki insanı gerçekten göremeyiz.

 

Beyin, geçmişte yaşanan olayları belli bir perspektiften kaydeder. Ancak bu kayıtlar duygusal yüklerden arındırılmadığı sürece, kişi her olayda benzer bir his yaşamaya devam eder. Örneğin, çocukken ihmal edilen bir kişi, yetişkin olduğunda da sürekli terk edilme korkusu hissedebilir.

 

Bu nedenle, geçmişin yüklerinden arınmak için beynimizin “an”da kalmaya programlanması gerekir. Korkular, geçmişin anlam yüklenmiş yansımalarıdır. İnsan, gerçekte olan bir şeyden değil, olacağını zannettiği şeylerden korkar.

 

Geçmişin gölgelerini temizleyebildiğimizde, gerçek anlamda şimdiki zamanın içinde var olabiliriz. Bu da bizi ilişkilerde daha sağlıklı, iletişimde daha şeffaf, ruhsal olarak daha özgür bireyler yapar.

 

3. Bölüm: Duyular, Algı ve Gerçeklik

 

Beş temel duyumuzun (görme, işitme, tat, dokunma, koku) ötesinde, beynimizin konum ve hareket hissi (propriyosepsiyon) gibi ek duyulara da sahip olduğunu biliyor muydunuz?

 

Duyularımız düşündüğümüzden çok daha karmaşıktır ve birbirleriyle sürekli etkileşim halindedir. Örneğin:

• Bir kokunun bir sesi etkilemesi, bir rengin bir tadı çağrıştırması mümkündür. (Sinestezi)

• Koku ve tat birleşebilir, hatta sesler bile kokuyu değiştirebilir.

• Beynimiz farklı duyular arasında sürekli bir bilgi alışverişi yapar.

 

Bu, duyusal algının aslında bireysel bir gerçeklik yarattığını gösterir. Yani, dünya herkesin beyninde farklı bir şekilde algılanır.

 

Blog 6

Geçmişin Gölgeleriyle İletişim Kurmak

 

Hayatta en büyük zorluklardan biri, insanların şu an içerisinde değil, geçmişin filtresinden süzülerek iletişim kurmasıdır. Birbirimizle konuştuğumuzu zannederiz ama aslında, herkes kendi geçmişinden gelen duygusal yüklerin süzgecinden bakar.

 

Bu durum, özellikle ilişkilerde ciddi sorunlara yol açar. Bir kişinin söylediği bir söz, karşı taraf için geçmişteki bir deneyimi hatırlatabilir ve bu da yanlış anlamalara neden olabilir. İnsanlar, geçmişten getirdikleri korkularla, travmalarla, yargılarla konuşurlar. Böylece, çoğu zaman karşımızdaki insanı gerçekten göremeyiz.

 

Beyin, geçmişte yaşanan olayları belli bir perspektiften kaydeder. Ancak bu kayıtlar duygusal yüklerden arındırılmadığı sürece, kişi her olayda benzer bir his yaşamaya devam eder. Örneğin, çocukken ihmal edilen bir kişi, yetişkin olduğunda da sürekli terk edilme korkusu hissedebilir.

 

Bu nedenle, geçmişin yüklerinden arınmak için beynimizin “an”da kalmaya programlanması gerekir. Korkular, geçmişin anlam yüklenmiş yansımalarıdır. İnsan, gerçekte olan bir şeyden değil, olacağını zannettiği şeylerden korkar.

 

Geçmişin gölgelerini temizleyebildiğimizde, gerçek anlamda şimdiki zamanın içinde var olabiliriz. Bu da bizi ilişkilerde daha sağlıklı, iletişimde daha şeffaf, ruhsal olarak daha özgür bireyler yapar.

 

BLOG 7

3. Bölüm: Duyular, Algı ve Gerçeklik

 

Beş temel duyumuzun (görme, işitme, tat, dokunma, koku) ötesinde, beynimizin konum ve hareket hissi (propriyosepsiyon) gibi ek duyulara da sahip olduğunu biliyor muydunuz?

 

Duyularımız düşündüğümüzden çok daha karmaşıktır ve birbirleriyle sürekli etkileşim halindedir. Örneğin:

• Bir kokunun bir sesi etkilemesi, bir rengin bir tadı çağrıştırması mümkündür. (Sinestezi)

• Koku ve tat birleşebilir, hatta sesler bile kokuyu değiştirebilir.

• Beynimiz farklı duyular arasında sürekli bir bilgi alışverişi yapar.

 

Bu, duyusal algının aslında bireysel bir gerçeklik yarattığını gösterir. Yani, dünya herkesin beyninde farklı bir şekilde algılanır.

 

4. Bölüm: Manyetik Algı ve Epifiz Bezi

 

Bilim insanları, insan beyninin Dünya’nın manyetik alanlarını algılayabildiğini keşfetti. Caltech ve Tokyo Üniversitesi’ndeki araştırmalar, beynimizin manyetik değişimlere tepki verdiğini gösterdi.

 

Bu algıyı sağlayan en önemli yapı, epifiz bezidir. Rene Descartes, epifiz bezini “ruhun koltuğu” olarak adlandırmıştır. Bu bez, biyolojik saatimizi ve hormon dengesini düzenler.

 

Ayrıca, sirkadiyen ritimlerimiz ışık ve ışığın rengi tarafından da şekillendirilir. Bu nedenle:

• Mavi ışık bizi uyanık tutar.

• Kırmızı ve sarı tonları ise uykuyu destekler.

 

Epifiz bezinin sağlıklı çalışması, uyku düzeninden ruhsal sağlığa kadar birçok fonksiyonu etkiler.

 

5. Bölüm: Hakikat, Zihin ve Gerçeklik

 

Gerçek nedir? Hakikat, mutlak mıdır yoksa bireysel algının bir yansıması mı?

 

Kuantum fiziği, parçacıkların belirli bir gerçekliğe sahip olmadığını gösteriyor. Bir şeyin var olup olmadığını belirleyen şey, gözlemlenip gözlemlenmemesidir. Bu da, gerçekliğin gözlemciye bağlı olduğu fikrini doğurur.

 

David Hume, neden-sonuç ilişkilerinin mutlak olmadığını, yalnızca zihnin bir bağ kurma çabası olduğunu öne sürer.

 

Zihnimiz sürekli anlam arar, ancak belki de gerçeklik dediğimiz şey, sadece beynimizin oluşturduğu bir simülasyondur.

 

Sonuç olarak, hakikat, geçmişi, geleceği ve algılarımızın sınırlarını aşabildiğimizde ortaya çıkar. Belki de en büyük hakikat, hakikatin mutlak olmadığını fark ettiğimiz anda başlar.

 

 

BLOG 8

4. Bölüm: Manyetik Algı ve Epifiz Bezi

 

Bilim insanları, insan beyninin Dünya’nın manyetik alanlarını algılayabildiğini keşfetti. Caltech ve Tokyo Üniversitesi’ndeki araştırmalar, beynimizin manyetik değişimlere tepki verdiğini gösterdi.

 

Bu algıyı sağlayan en önemli yapı, epifiz bezidir. Rene Descartes, epifiz bezini “ruhun koltuğu” olarak adlandırmıştır. Bu bez, biyolojik saatimizi ve hormon dengesini düzenler.

 

Ayrıca, sirkadiyen ritimlerimiz ışık ve ışığın rengi tarafından da şekillendirilir. Bu nedenle:

• Mavi ışık bizi uyanık tutar.

• Kırmızı ve sarı tonları ise uykuyu destekler.

 

Epifiz bezinin sağlıklı çalışması, uyku düzeninden ruhsal sağlığa kadar birçok fonksiyonu etkiler.